Anahtar deliğinden üst katı görmek mümkün değil, biliyorum.
Ama benimki de bir anlama çabası sadece, her şeyi açıklamak gibi bir iddiam yok.
Son söyleyeceğimi önce söyleyeyim:
Bence Amerikalının gücü, kendi ihtiyacını kendisinin karşılamasından geliyor, kimseye eyvallahı yok: Çalışıyor, üretiyor, kazanıyor, yiyor, içiyor, büyüyor, çalışıyor, üretiyor ilh...
Amerikalının gücü, Amerikanın gücü müdür?
Power halkı yaratmadığına göre, böyle düşünmek yanlış sayılmaz; yönetimin bu gücü doğru kullanıp kullanmadığı ayrı bir tartışma konusu...
Geldiğimizden beri devam ettiğine tanık olduğumuz bir otoyol inşaatı var.
Her kademe çalışanın kılık kıyafeti ayri renk.
Sabahın beşbuçuğundan itibaren çalışma başlıyor.
Makinaların üzerindeki Grove, Gradall, Terex isimlerini buraya gelinceye kadar görmemiştim.
Kendisinden başka şeyle ilgilenmeyen bir toplum diye, ABD’ye yönelik eleştirileri kimi zaman cahilliğe kadar uzatanlar var.
Belki de haklılar.
Kendileri söylüyor: 3 dil konuşana 3 dilli, 2 dil konuşana 2 dilli, 1 dil konuşana Amerikalı denirmiş.
Ama, bu insanların, neden dünyanın öteki kısmıyla ilgilenmek mecburiyeti olsun!
Her yerde olduğu gibi, burada da insanlar günü ve gerçeği yaşıyor.
Kendini, ihtiyaçlarını, sorunlarını, çocuklarını, yarını, sağlığını, buğdayını, etini, tavuğunu, gazını vs düşünüyor; bunlarla ilgili.
Dünyanın en güçlü devletinin vatandaşı olmanın rahatlığı da cabası...
Türkiye’de işi gücü yolunda insanların dünya ile ne kadar ilgili olduklarını merak ediyorum...
İnsanlık için, insanlığa katkı kategorisinden çabalar zaten tabiati icabı kitlesel olamaz; o kadarcık bireysel çaba ABD’de de olsa gerek...
Her neyse, sorunum Amerikalıyı onaylamak veya yüceltmek değil, sadece, çalışıyor ve üretiyorlar, demeye çalışıyorum: Dünyanın gidişatını takip edip hayaller kurmak veya kara gelecekler tasarlamak yerine çözüm buluyor ve iş yapıyorlar. Hayatlarını kendilerine göre kurup geliştirmişler: Evdeki fırından, yolda yürüyen kamyona, kapı menteşesinden oturdukları binaya kadar...
Ve her şey, bizim ölçülerimize göre, büyük; bazen çok büyük.
Amerikayı anlama çabasında, halkın kullandığı araçlar da bir ip ucu olabilir, gibime geliyor.
Umberto Eco ile ilgili bir yazıda okumuştum. Bu minvalde birşeyler söylerken, Amerikayı karakterize eden şeylerden birinin more sözcüğü -Türkçesiyle daha- olduğuna dikkati çekiyordu. Belki o çerçeve içine sokulabilir benim gözlemim de: Sadece Boston örneğinden söz edeceğim ama, bu, sonuçta Amerikalının günlük yaşamı olduğu için, ülkenin her yerinde geçerli. O yüzden, bundan sonra Amerika demekte vahim bir yanlış görmüyorum…
275 dairelik bir binanın 17. katında oturuyoruz. İki tarafına kontraplak çakılmış gibi duran kapımızı en az bir karışlık iki menteşe tutuyor. İki menteşeye 16 vida vurmuşlar.
Mutfağımızda bir fırınlı ocak var, burada OVEN deniyor 70*75*125 ebadında; bizim Ankara’daki fırının iki misli.
Aslında burada kritik bir nokta var; burada ölçüler değişik:
En küçük uzunluk ölçüsüne inç diyorlar mesela, bizim 2.5 santimimiz.
Daha uzun mesafeleri mil ile ölçüyorlar, 1 mil, 1600 metre.
Benzini veya suyu galonla aliyorlar; 1 galon, 3,8 litre.
Geçerken söyleyeyim, Benzinin galonu 2.3 dolar civarinda. Türkiye’de aynı miktar -ve sulusuna- 8.5 lira veriyorduk.
Benzinin ucuzluğunun da rolü olsa gerek, burada arabalar da çok büyük.
En son, bir kamyon şasesine oturtulmuş bir cip gördüm, iki tane Hummer’ı içine alacak hacimdeydi.
6 litre hacimli 600 beygirlik binek arabalar var.
Amerikan arabasının karakteristiği, büyük oluşu.
Japonlar, Koreliler de Amerikalıya göre büyütmüşler modellerini.
Israr ettikleri bir iki küçük modelleri var ama, herhalde onları Amerikalıyı hedefleyerek tasarlamadilar...
Özellikle yeni binalar, neredeyse hipodrom genişliginde bir yüzeye oturuyor.
Altından yol geçmesi, alışılmadık bir şey değil.
Dünyanın en yüksek 10 binası arasında bir tane USA binası yok ama bugün itibariyle 50 katın üzerinde en az 212 binaları var.
Buradaki büyük yönelimi hayatın her yanına yansımış: Dünyanın en obez insanları mutlaka Amerika’dadır.
Dünyada 4-5 X’li giyecekler herhalde sadece Amerika pazarı için üretiliyordur.
Coca Cola şişesinin klasik kadın vücudu formunu bırakıp bugünkü mermi formuna geçmesinde herhalde sadece teknik imkanların gelişmesi etkili olmadı...
Kitapçılar bambaşka bir gerçeklik...
Şimdilik kısa izlenimlerim böyle.
Bu izlenimlerden nasıl bir sonuç çıkar...
Aslında teorik olarak bile, iki okyanus arasına sıkışmış orta boy bir devletin dünyaya nizamat vermesini ben anlasılır bulmuyorum.
Dünya II. Dünya Savaşı’ndan bugüne arizî bir dönem yaşıyor.
ABD, teorik olarak bile, olsa olsa 1800’lerin başlarında Başkan Monroe’nun ileri sürdüğü, Amerika Amerikalılarındır cümlesine sarılabilir...
Bu ayri bir tartisma konusu.
Bir düzeltme hareketi kaçınılmaz...
Asya’da olup bitenler çok önemli.
Dünya herhalde yeniden renklenecek, yeniden çiçeklenecek yeni kokular saracak etrafı.
Ve Amerikalılar da bir yabancı dil öğrenme mecburiyeti hissedecek.
Ama benimki de bir anlama çabası sadece, her şeyi açıklamak gibi bir iddiam yok.
Son söyleyeceğimi önce söyleyeyim:
Bence Amerikalının gücü, kendi ihtiyacını kendisinin karşılamasından geliyor, kimseye eyvallahı yok: Çalışıyor, üretiyor, kazanıyor, yiyor, içiyor, büyüyor, çalışıyor, üretiyor ilh...
Amerikalının gücü, Amerikanın gücü müdür?
Power halkı yaratmadığına göre, böyle düşünmek yanlış sayılmaz; yönetimin bu gücü doğru kullanıp kullanmadığı ayrı bir tartışma konusu...
Geldiğimizden beri devam ettiğine tanık olduğumuz bir otoyol inşaatı var.
Her kademe çalışanın kılık kıyafeti ayri renk.
Sabahın beşbuçuğundan itibaren çalışma başlıyor.
Makinaların üzerindeki Grove, Gradall, Terex isimlerini buraya gelinceye kadar görmemiştim.
Kendisinden başka şeyle ilgilenmeyen bir toplum diye, ABD’ye yönelik eleştirileri kimi zaman cahilliğe kadar uzatanlar var.
Belki de haklılar.
Kendileri söylüyor: 3 dil konuşana 3 dilli, 2 dil konuşana 2 dilli, 1 dil konuşana Amerikalı denirmiş.
Ama, bu insanların, neden dünyanın öteki kısmıyla ilgilenmek mecburiyeti olsun!
Her yerde olduğu gibi, burada da insanlar günü ve gerçeği yaşıyor.
Kendini, ihtiyaçlarını, sorunlarını, çocuklarını, yarını, sağlığını, buğdayını, etini, tavuğunu, gazını vs düşünüyor; bunlarla ilgili.
Dünyanın en güçlü devletinin vatandaşı olmanın rahatlığı da cabası...
Türkiye’de işi gücü yolunda insanların dünya ile ne kadar ilgili olduklarını merak ediyorum...
İnsanlık için, insanlığa katkı kategorisinden çabalar zaten tabiati icabı kitlesel olamaz; o kadarcık bireysel çaba ABD’de de olsa gerek...
Her neyse, sorunum Amerikalıyı onaylamak veya yüceltmek değil, sadece, çalışıyor ve üretiyorlar, demeye çalışıyorum: Dünyanın gidişatını takip edip hayaller kurmak veya kara gelecekler tasarlamak yerine çözüm buluyor ve iş yapıyorlar. Hayatlarını kendilerine göre kurup geliştirmişler: Evdeki fırından, yolda yürüyen kamyona, kapı menteşesinden oturdukları binaya kadar...
Ve her şey, bizim ölçülerimize göre, büyük; bazen çok büyük.
Amerikayı anlama çabasında, halkın kullandığı araçlar da bir ip ucu olabilir, gibime geliyor.
Umberto Eco ile ilgili bir yazıda okumuştum. Bu minvalde birşeyler söylerken, Amerikayı karakterize eden şeylerden birinin more sözcüğü -Türkçesiyle daha- olduğuna dikkati çekiyordu. Belki o çerçeve içine sokulabilir benim gözlemim de: Sadece Boston örneğinden söz edeceğim ama, bu, sonuçta Amerikalının günlük yaşamı olduğu için, ülkenin her yerinde geçerli. O yüzden, bundan sonra Amerika demekte vahim bir yanlış görmüyorum…
275 dairelik bir binanın 17. katında oturuyoruz. İki tarafına kontraplak çakılmış gibi duran kapımızı en az bir karışlık iki menteşe tutuyor. İki menteşeye 16 vida vurmuşlar.
Mutfağımızda bir fırınlı ocak var, burada OVEN deniyor 70*75*125 ebadında; bizim Ankara’daki fırının iki misli.
Aslında burada kritik bir nokta var; burada ölçüler değişik:
En küçük uzunluk ölçüsüne inç diyorlar mesela, bizim 2.5 santimimiz.
Daha uzun mesafeleri mil ile ölçüyorlar, 1 mil, 1600 metre.
Benzini veya suyu galonla aliyorlar; 1 galon, 3,8 litre.
Geçerken söyleyeyim, Benzinin galonu 2.3 dolar civarinda. Türkiye’de aynı miktar -ve sulusuna- 8.5 lira veriyorduk.
Benzinin ucuzluğunun da rolü olsa gerek, burada arabalar da çok büyük.
En son, bir kamyon şasesine oturtulmuş bir cip gördüm, iki tane Hummer’ı içine alacak hacimdeydi.
6 litre hacimli 600 beygirlik binek arabalar var.
Amerikan arabasının karakteristiği, büyük oluşu.
Japonlar, Koreliler de Amerikalıya göre büyütmüşler modellerini.
Israr ettikleri bir iki küçük modelleri var ama, herhalde onları Amerikalıyı hedefleyerek tasarlamadilar...
Özellikle yeni binalar, neredeyse hipodrom genişliginde bir yüzeye oturuyor.
Altından yol geçmesi, alışılmadık bir şey değil.
Dünyanın en yüksek 10 binası arasında bir tane USA binası yok ama bugün itibariyle 50 katın üzerinde en az 212 binaları var.
Buradaki büyük yönelimi hayatın her yanına yansımış: Dünyanın en obez insanları mutlaka Amerika’dadır.
Dünyada 4-5 X’li giyecekler herhalde sadece Amerika pazarı için üretiliyordur.
Coca Cola şişesinin klasik kadın vücudu formunu bırakıp bugünkü mermi formuna geçmesinde herhalde sadece teknik imkanların gelişmesi etkili olmadı...
Kitapçılar bambaşka bir gerçeklik...
Şimdilik kısa izlenimlerim böyle.
Bu izlenimlerden nasıl bir sonuç çıkar...
Aslında teorik olarak bile, iki okyanus arasına sıkışmış orta boy bir devletin dünyaya nizamat vermesini ben anlasılır bulmuyorum.
Dünya II. Dünya Savaşı’ndan bugüne arizî bir dönem yaşıyor.
ABD, teorik olarak bile, olsa olsa 1800’lerin başlarında Başkan Monroe’nun ileri sürdüğü, Amerika Amerikalılarındır cümlesine sarılabilir...
Bu ayri bir tartisma konusu.
Bir düzeltme hareketi kaçınılmaz...
Asya’da olup bitenler çok önemli.
Dünya herhalde yeniden renklenecek, yeniden çiçeklenecek yeni kokular saracak etrafı.
Ve Amerikalılar da bir yabancı dil öğrenme mecburiyeti hissedecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder