25 Ağustos 2014 Pazartesi

GAZETECİ HİKMET TUNA'NIN YAYINLANMAMIŞ ANILARI -2



İTTİHAT TERAKKİ, İKİ DÜNYA SAVAŞI, BİRKAÇ NOT 


Yıl 1912, Ekim ayı

Yağışlı, kasvetli bir hava. Akşam saati. Kale içinde, müslüman mahallesinin, kahvehaneler, bezhane ve simitçi fırını ile çevrili meydana, Bulgar ordusunun savaş tebliğini yüksek sesle okuyor bir subay. Halkın dikkatini çekmek için trampete çalan neferin işini bitirmesini bekliyor. Bu tebliğ yalnız müslüman mahallesinde okunuyor. Bulgar ordusu istikametinde ilerliyor. Her gün bir şehir ya da bir kasaba Bulgarların eline geçiyor. Kırk Kilise, ertesi gün Lüleburgaz, arkasından Babaeski, nihayet İmparatorluğun hükümet merkezi önüne, Çatalca'ya gelip İstanbul kapılarına topları dayanıyorlar. 1293 seferinin acısı dinmeden bu beklenmedik felaket Türk ve müslüman halkının maneviyatını bir harabezara çeviriyorlar.

Halil - İbrahim kardeşlerin vakfiyesi olan kitaplıkta "Neue Freie Presse" adındaki Viyana gazetesinden, yanan içimize biraz su serpecek, felaketimizle ilgili haber bulup çıkarmağa, bunu kahvelerde bekleyen yaşlı Türklere yetiştirmeğe çalışıyorum. Bazı muhabirler, "Türk ordusunun karşı taarruza geçmesi bekleniyor" türünden haberler veriyorlar. Bu cinsten haberlerin gerçekleşmesini bekleyerek oyalanıyoruz. Günler haftalar geçiyor. Türk ordusunun zafer haberlerini beklerken, Selanik'in Yunanlıların eline geçtiği, Manastır'a Sırpların girdiği, Yanya'nın, İşkodra'nın elimizden çıktığı, nihayet Edirne Kalesinin de düştüğü, Bulgarların şehre girdiği haberleri birbirini kovalayarak geliyor.

Rumeli, Taşlıca'daki Avusturya sınırından İstanbul kapılarına kadar elimizden bir anda çıkıyor.

1912, 22 Ekim, Balkan Harbi
           
22 Ekim 1912'de Bulgarlar Çatalca'ya dayanmak üzereydiler.

O günlerde Hürriyet ve İtilafçılar, İttihatçılardan intikam almak çabasında idiler. Hatta o şeametli Balkan Harbinin öncülüğünü yapmış olan Arnavutluk ayaklanmasında vatana hıyanet etmiş olan Osmanlı ordusu subaylarından teğmen Arnavut Tahsin, Beyoğlu inzibatı askeri subaylığına getirilmişti. (Bu Tahsin, Ferit Paşa'nın mütareke hükümetinde İstanbul polis müdürlüğü ile görevlendirildi).

16 Ekim 1912'de Kamil Paşa Başvekil oldu. (Sakatatçı, dendikten sonra eski yazı notlar) Gazeteler resmi bir bildiri yayınlayarak Rumeli'de (**) şark ordusunun gereken savunmayı daha ziyade kolaylık ve başarıyla yapabilmek için Çatalca savunma hattına gelip yerleşmesi kararlaşmış olduğu ilan edildi.

"Bulgarlar Çatalca'da!" Bu korkunç bir hayal kırıklığı idi. İttihat ve Terakkiyi deviren hükümetin (Kamil Paşa) vatana yaptığı ihanetti. Son Arnavutluk isyanı, ordunun içinde Türk olmayan bazı subayların (Arnavutların) bu harekete katılmaları ve İstanbul'daki Halaskâran fesadı neticesinde İttihat ve Terakki'nin düşmesi ve ordunun Mahmut Şevket Paşa tarafından hazırlanan ve hazırlatılan tertibat ve teşkilata halel gelmesi gibi ahvaldir ki bu felaketi başımıza getiriyordu." H. Cahit

(**)Rumeli, 1877 - 78 Türk - Rus savaşından sonra, İstanbul'dan Avusturya - Macaristan sınırında "Yeni Pazara" kadar uzanan, Edirne, Selanik, Manastır, Kosova illerinden ibaretti.

***

"Babıali" baskını 1912 yılının kanunusani 10'unda olmuştu. Kamil Paşa çekilmiş, yerine Mahmut Şevket Paşa geçmişti.

Baskında oraya biriken halk arasında meali uzun bir beyanname dağıtılmıştı. Baskında vurulup ölenler şunlardır: Harbiye Nazırı Nazım Paşa, Sadaret Yaverlerinden Nafiz Bey, Harbiye Nezareti Yaveri Tevfik efendi, ve İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden Mustafa Necip Bey.

***

Bu baskına karşı Prens Sabahattin de Satvet Lütfü Bey aracılığıyla ittihatçıların kabinesini bir hükümet darbesi ile devirmek için bir komplo tertibine girişmiş, fakat İstanbul Muhafızı Cemal Paşa tarafından izlenen komplocular 1329 yıl şubat ayı içinde yakalanmışlardır. Albay Cemal Bey şubatın 14'ünde Prens Sabahattin'in Kuruçeşme'deki kıyıboyu köşkünde araştırma yaptırmış, ancak ihtilal teşebbüsünün reisi durumunda olan Satvet Lütfü'yü aramada bulup yakalayamamıştı.

"İttihat ve Terakki, Balkan hezimeti faciasının kat'i bir mağlubiyeti kabul ile neticeleneceğini görünce, yeis ve ıstırap içinde kalmış bir vatanperverlik duygusunun galeyanına kapıldı. Son bir ümit ile bir hayat hamlesi göstermek zorunda kaldı. Babıali baskının tertip etti." H. Cahit.

***

Mahmut Şevket Paşanın katillerinin muhakeme ve mahkum edilmeleri üzerine Manastır'da ittihatçı, sonradan İstanbul'da Hürriyet ve İtilaf Partisinin kurucularından Albay Sadık, Rusya Çarına aşağıdaki telgrafı çekmişti.

Majeste,

Bugün Türkiye'nin geçmişte eşi görülmemiş bir korku ve terör idaresi altında inlediği şu saatte adalet ve insanlık duygularına başvurmak ve uygar Avrupa'nın gerektiğinden fazla tahammül ve tecviz ettiği şu hal ve duruma bir son verilmesinin sağlanması için majestelerinin nüfuzlarını kullanmalarını istirham eylemek üzere müslüman, hırıstiyan bütün Osmanlıların bendelerine katıldıklarına majestelerinin kanaat getirmiş olacaklarını ummaya cüret etmiş oluyorum.

Sadık.

Bu telgraf Türk ve müslümanlar üzerinde bir bomba tesiri yapmış, bunların ne mal olduklarını görmeyen körlerin bile gözlerini açmağa hizmet etmişti.

***

Birinci Dünya Harbi.

"Cemal Paşa, kanal seferi tertip edilmeden önce, bir komutanlık ile İstanbul'dan harbe gitmesi bahis konusu olduğu sıralarda onun Odesa'ya mı gitsem, Mısır'a mı, diye ciddi surette düşündüğüne şahidim. Görülüyor ki Odesa'ya asker çıkararak orada Ruslarla döğüşmeyi bile düşünmüşlerdi. Fakat sonradan bu tasavvurdan vazgeçilmiş olacak ki, Yavuz'un geçtiği yoldan Mısır'a gitmeyi münasip gördü." H.Cahid.

***

1916

Berlin'de, Kürfürstendamm'da  Kaiser Wilhelm Gedächtnis Kirche'yi geçince solda Cafè Schiling patiserisi, onun karşısında Engliche Cafè, onun az ilerisinde Ungarische Restaurant.

Kürfürstendamm sonunda Halensee Köprüsü ve ondan önce solda Kutschere Bar. Bize Türk Milli Marşı diye "Ersatz" olarak Leblebici Horhor'u çalar, akıllarınca gönlümü almış olurlardı. Çünkü o tarihte milli marşımız yoktu. Milli marş yerine çoğu defa İzmir Marşını ya da Cezayir Marşını çalarlardı.

Kürfürstendamm 3.5 kilometre uzun, 53 metre geniş. Bu cadde Kayser Wilhelm Gedächtnis Kirche'den Halensee'ye kadar uzanır. Köprü ile Halensee'ye geçilir. Bu caddenin en işlek yeri köşebaşındaki meşhur "Kranzler" kahve ve patiseri ile Jockhaimstalerstrasse kavşağını teşkil eden meydandır.

Şimdi Kürfürstendamm'da Cafè Kranzler, Bräuhaus Schultheiss'in Eckestrasse köşesi, buluşma yeri olarak meşhurdur. Karın doyurmak için bir sürü sandviç bulunduğu gibi, güzel yemek isteyenler için, biraz pahalı ama nefis yemek yenen Kempinski Grill'i çok sevilen yerdir. Kempinski aynı zamanda Berlin'in lüks otellerindendir.

Batı Berlin'in nüfusu bugün 2.134.000 (882 kilometrekare), Doğu Berlin 403 kilo-kare (1.083.000) 

***

BİRİNCİ DÜNYA HARBİ

Birinci Dünya Harbi'nde resmi tebliğlerin hiçbiri orduların savaşlardaki can kaybının sayısını vermedi. Ama 1915 yılının sonunda Britanya ordusu, mevcudunun üçte birini, 273.000 er ve 12 bin subay, aynı tarihte Fransa 590 bin er ve 12 bin subay, Alman ordusu 628 bin er ve 20 bin subay kaybetmişti.

Ondan sonra 1916'daki büyük taarruzlar safhasında Verdun, Alman ordusuna 336 bin, Fransa'ya 362 bin kişiye, Somme'daki büyük taarruzlar Britanya'ya 420 bin, Fransa'ya 202 bin kişiye mal olmuştu. Batı cephesinde sade o yıl 2 milyon muharip savaş dışı edilmişti.

Çanakkale - Gelibolu savaşları da Britanyalılara çok pahalıya mal olmuş, bu savaşlardan Britanyalılar 215 bin, Fransızlar (oraya gönderilen 79 bin kişiden) 27 bin kişi kaybetmişlerdi.

Rusya ordusu harbin ilk iki yılında ölü, yaralı ve esir olarak 3 milyon 800 bin kişi kaybetmiş, ondan sonra bu ordu her üç ayda aşağı yukarı bir milyon ölü ve yaralı ile 500 bin esir vermişti.

ALMANYA'DA

28 Ekim 1918'de Kiel'deki donanma erleri kızıl bayrak açtılar. Ben o tarihte Köln'de bulunuyordum. Kiel'dekilerin Köln'e gelmekte olduklarını tramvayda işittim. Bu isyancılardan bir grup Köln'e geldi. 8 November'de Köln'deki sosyalistler eratla birlikte rejime karşı harekete geçtiler. Klingelpütz hapishanesinin kapılarını açtılar, rastgeldikleri subayların apoletlerini kopardılar. Soygun ve talanlar oldu. Kızıl sosyalistler şehirde anarşik bir durum yarattılar. Beni de bir akşam sokakta çevirerek ayakkabılarımı, paltomu aldılar. Soğukta yalınayak eve geldim. Öldürülmediğime şükrettim. O tarihte Ubiring'de Mainzer Strasse'de oturuyordum. Türkiye'den para gelmiyordu. Akşamları lokantadaki aşçı kadın mutfak penceresinden pişmiş patates veriyor, bununla karnımı doyuruyordum. Gençtim, güçlü idim; yoksulluğun, darlığın sıkıntısına dayanıyordum.

***

Birinci Dünya Harbi bitmişti. Mütarekeden sonra Şerif Paşa (Eski Stockholm Elçisi) bir Kürtlük davası peşine düşmüştü. Talat Paşa memleketin başına böyle bir gaile daha açılmasına ve Kürtlerle Ermenilerin anlaşmasına meydan vermemek düşüncesiyle Şerif Paşayı okşamayı münasip görmüştü. İşte böyle bir emelle içindeki duyguları yenerek Şerif Paşaya yanaşmakta mahzur görmemiş ve onu Kürtlük davasından vazgeçirerek Türk topluluğu lehinde çalışmağa razı etmişti. Talat Paşa Berlin'den Paris'e geçip Şerif Paşa ile görüşmüştü.

***

Berlin 1942

Yabancı basın çevresinde Türkiye'ye karşı bir harekete geçileceği kanısı ağızdan ağıza dolaşıyor, bu kanı bana da ulaştırılıyordu. Kimi pek yakında, kimi her an böyle bir harekete geçilmesi ihtimalini bana söylüyor, ben de sadece tebessümle yetinip hiçbir şey söylemedikçe yabancılar ve özellikle bana bu ihtimalleri yetiştirme ile görevlendirilmiş olanların, benim vurdumduymazlığıma akıl erdiremedikleri yüzlerinden, gözlerinden okunuyordu.

Alman propagandasının bu tür davranışı, benim gibi, karakteri hakkında hiçbir fikirleri olmayan bir kişiye karşı pek ahmakça bir deneme oluyordu. Bir kez Alman Genelkurmayı bu gibi "baskın" hareketlerini yürüyüşe geçinceye kadar son derece gizli ve ancak Führer ve onun yakını olan birkaç kişi bilir, hiç kimseye niyet ve kararlarını sezdirmez, sızdırmazlardı. İkinci Dünya Savaşının başında ve ondan sonra bu tutum Hitler'in temelli ve değişmemiş bir karakteri idi. Onun için benim üzerimde etki yapmak ve bu ihtimallerle ilgili spekülasyonları kendi kanallarımızla Türkiye'ye eriştirmek ve istedikleri telaş ve endişeyi yaratmak gayesinin gerçekleşmesine beni araç diye kullanma teşebbüsleri daima akim kalmağa mahkum idi ve mahkum oldu. 

Işte bugünlerde bir sabah elçilikten bir telefonla acele kaydıyla Büyükelçi Hüsrev Beyin benimle görüşmek istediğini ve beni bekledikleri bildirildi. Çarçabuk derlenip toparlanarak elçiliğe geldim. Elçilikte, Büyükelçi Hüsrev Bey, Ataşemiliter Kâmi Bey, müsteşar Nejat Kavur toplantı halinde idiler. Ben de toplantıya katıldım. Hüsrev Bey doğrudan doğruya konuya girdi: Bugünlerde AlmanlarınTürkiye üzerine yürüyecekleri hakkında söylentiler var. Sizin kanaatinizi öğrenmek istedik. Yabancı basın çevrelerinde kesin bir bilgi, herhangi bir harekete dair bir şey duyulmuş mu? Merkezden şu haber geldi: Bükreş Büyükelçimiz inanılır kaynaklara dayandığı iddiasıyla, Almanların bugün ya da yarın memleketimize karşı harekete geçeceklerini "muhakkak" kaydıyla bildirmiş. Hükümetimiz bunun üzerine bizi uyararak, bu hususta edindiğimiz bilgiyi derhal bildirmemizi istiyor. Siz bu hususta ne biliyor, ne diyorsunuz?" dedi.

Beyefendi dedim, ayağa, sokağa düşmüş türlü laflar dolaşıyor. Bunların hemen hepsi bana eriştirilerek elçiliğimize intikal ettirilmek gayesiyle yapıldığına kanaatim kesindir. Almanların bugünlerde bize karşı bir harekete geçecekleri değil, bu dedikodular geçmeyeceklerine delalet etmektedir kanısındayım bendeniz, dedim.

O günlerde Hitler Poltava'daydı. Hitler 1941 yılının Haziran ayından Kasıma kadar beş ay süren taarruzlarda 162.314 ölü, 33 bin 314 esirle (disparu) büyük kayıplara uğrayarak yüzkırk yıldan beri görülmemiş şiddetli bir kış, -40 derece soğukla Moskova hezimetinden sonra, 1942 ilkbaharında yeni bir saldırı, hezimetin verdiği büyük ziyan ve zararı unutturacak etkisi derin ve geniş olacak bir harekete geçmeyi aklına koymuş, bu arada Türkiye üzerinden bir "yıldırım" hareketiyle bir yandan Kafkasya üzerine yürüyüp Rusya'ya Amerikan yardımını önlemek ve Kafkas petrollerine erişmek, öbür yandan Suriye'den Süveyş ve Mısır'a sarkmak düşüncesi uzun müddet, hemen hemen bütün kış kurcalamıştı. Bahar gelince eski Alman generallerinden Doğu ve özellikle Türkiye uzmanı olan von Kress'in bilgisinden faydalanmak istemişti. Hitler, Türkiye üzerinden bir "yıldırım" hareketinin ne ölçüde başarı sağlayabileceğini von Kress'e sormuş, fakat kendisini tatmin edecek cevabı alamamıştı. Von Kress, Türkiye üzerinden bir yıldırım savaşının yapılmasına birçok nedenler yüzünden imkan olmadığını söylemiş ve demişti ki, "Önce yıldırım savaşı için motorlu güce gereken yollar Türkiye'de yoktur. Arazi çok arızalıdır. Demiryolu tek hattır. Ve en önemlisi Türk ordusu son derece çetin bir savunma yapacaktır. Alman orduları bütün gücüyle yüklense, Yıldırım şöyle dursun, altı ayda bile Türkiye'den zor geçer, belki de hiç geçemez."

Bunun üzerine Poltava'da toplanan Alman güney grupları komutanlarıyla durumu görüşen Hitler, 2 Mayıs 1942'de Kafkasya istikametinde harekete geçilmesi emrini verdi. Bu toplantıda general Manstein ile Stalingrad'da muhasarada kaldığı sırada mareşalliğe yükseltilen Paulus da vardı.

Bunun üzerine 8 Mayıs 1942'de Kırım üzerinden harekete geçildi. Ancak, 1941 sonundan beri Almanlar tarafından, Sivastopol hariç, işgal edilmiş olan Kırım'a Ruslar kışın Kafkasya'dan denizin dar boğazını aşarak Kerç'e sızmışlar, oradan doğuya ilerleyerek Sivastopol'u çevirmiş olan Alman ve Rumen ordusunu arkadan tehdit etmeğe başlamıştır. Bunun üzerine von Manstein, Kerç'i köprübaşı yapmış olan Rusları Kırım'dan çıkarmak maksadıyla taarruz planını hazırlamıştır. Ne var ki meteorologie raporları havayı yağışsız diye bildirdikleri halde planlanan hareketin arifesi olan gece birden bire gökyüzü delinmişçesine sağanak halinde yağmur yağmaya başlamış ve bu yağış sabaha kadar sürdükten sonra, hareket alanlarını bataklık haline sokmuştur.

Bu beklenmedik durumu Manstein bize şöyle anlatmıştı: "Planlarımızı hava raporuna bakarak hazırlamıştık. Yağmur gece yarısı bütün şiddetiyle yağmaya başlayınca, bu talihsizlik karşısında hemen hemen ağlamaklı bir hale geldik. Bu durum karşısında ağır silahları kullanmamağa, çamur deryası olan tarlaları hareketimizde kullanmamağa, hafif silahlarla taarruza geçmeğe karar verdik. Taarruzda ağır makinli tüfeğimiz, 12 santimlik havan toplarımız en ağır silahlarımızdı. Bu tutumumuz karşısında ağır silahlarıyla hiçbir hareket yapamayan Ruslar ağır toplarını, kamyon ve tanklarını bırakıp baskınımız karşısında ağır kayıplar vererek Kerç'e kaçmağa, top ve ağır malzemelerini Kerç kıyılarına yığıp kamyon ve otomobillerinin iç lastiklerini söküp şişirerek bunları bellerine bağladıktan sonra denize açılıp kendilerini denizden toplayan gemi ve kayıklarla Kafkas kıyılarına çıkmışlardır."  

Biz, Manstein'in idare ettiği bu taarruzun zaferle sonuçlanması üzerine Simferepol'a uçakla gelmiş, oradan Parapolen (!) otomobille gelerek...  Kerç'e giden yol üzerinde yüksek fırınlarıyla ağır endüstri tesisleri vardı. Ruslar burada son savunmayı yapmışlar; Kerç'e kadar geçtiğimiz yollarda Rusların hezimetine şahit olmuştuk.

Sivastopol 1941 Ekim sonundan beri muhasara altına alınmıştı. Ruslar Sivastopol'u 600 top ve 1000 havan topuyla savunuyorlardı. Sivastopol'u çeviren arazi savunmaya çok elverişli oluyordu. Ancak 1942 Haziranının ortalarına doğru cephane tükenmiş ve 2 Temmuz 1942'de Kale düşmüştü. Sivastopol 250 gün muhasaraya dayanabilmişti.

Sivastopol'un düştüğü gün Promi (!) bizi Sivastopol'a getirdi. Sivastopol'da birkaç gün kaldıktan sonra Bükreş'e döndük. Bükreş'ten uçakla Harkof'a hareket ettik. Almanlar 28 Haziran'da Harkof üzerine yürümüş, bu harekette 280 bin esir almıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder