İTTİHAT
TERAKKİ, İKİ DÜNYA SAVAŞI, BİRKAÇ NOT
Yıl
1912, Ekim ayı
Yağışlı,
kasvetli bir hava. Akşam saati. Kale içinde, müslüman mahallesinin,
kahvehaneler, bezhane ve simitçi fırını ile çevrili meydana, Bulgar ordusunun
savaş tebliğini yüksek sesle okuyor bir subay. Halkın dikkatini çekmek için
trampete çalan neferin işini bitirmesini bekliyor. Bu tebliğ yalnız müslüman
mahallesinde okunuyor. Bulgar ordusu istikametinde ilerliyor. Her gün bir şehir
ya da bir kasaba Bulgarların eline geçiyor. Kırk Kilise, ertesi gün Lüleburgaz,
arkasından Babaeski, nihayet İmparatorluğun hükümet merkezi önüne, Çatalca'ya
gelip İstanbul kapılarına topları dayanıyorlar. 1293 seferinin acısı dinmeden
bu beklenmedik felaket Türk ve müslüman halkının maneviyatını bir harabezara
çeviriyorlar.
Halil
- İbrahim kardeşlerin vakfiyesi olan kitaplıkta "Neue Freie Presse"
adındaki Viyana gazetesinden, yanan içimize biraz su serpecek, felaketimizle
ilgili haber bulup çıkarmağa, bunu kahvelerde bekleyen yaşlı Türklere
yetiştirmeğe çalışıyorum. Bazı muhabirler, "Türk ordusunun karşı taarruza
geçmesi bekleniyor" türünden haberler veriyorlar. Bu cinsten haberlerin
gerçekleşmesini bekleyerek oyalanıyoruz. Günler haftalar geçiyor. Türk ordusunun
zafer haberlerini beklerken, Selanik'in Yunanlıların eline geçtiği, Manastır'a
Sırpların girdiği, Yanya'nın, İşkodra'nın elimizden çıktığı, nihayet Edirne
Kalesinin de düştüğü, Bulgarların şehre girdiği haberleri birbirini kovalayarak
geliyor.
Rumeli,
Taşlıca'daki Avusturya sınırından İstanbul kapılarına kadar elimizden bir anda
çıkıyor.
1912,
22 Ekim, Balkan Harbi
22
Ekim 1912'de Bulgarlar Çatalca'ya dayanmak üzereydiler.
O
günlerde Hürriyet ve İtilafçılar, İttihatçılardan intikam almak çabasında idiler.
Hatta o şeametli Balkan Harbinin öncülüğünü yapmış olan Arnavutluk
ayaklanmasında vatana hıyanet etmiş olan Osmanlı ordusu subaylarından teğmen
Arnavut Tahsin, Beyoğlu inzibatı askeri subaylığına getirilmişti. (Bu Tahsin,
Ferit Paşa'nın mütareke hükümetinde İstanbul polis müdürlüğü ile
görevlendirildi).
16
Ekim 1912'de Kamil Paşa Başvekil oldu. (Sakatatçı, dendikten sonra eski yazı
notlar) Gazeteler resmi bir bildiri yayınlayarak Rumeli'de (**) şark ordusunun
gereken savunmayı daha ziyade kolaylık ve başarıyla yapabilmek için Çatalca
savunma hattına gelip yerleşmesi kararlaşmış olduğu ilan edildi.
"Bulgarlar
Çatalca'da!" Bu korkunç bir hayal kırıklığı idi. İttihat ve Terakkiyi
deviren hükümetin (Kamil Paşa) vatana yaptığı ihanetti. Son Arnavutluk isyanı,
ordunun içinde Türk olmayan bazı subayların (Arnavutların) bu harekete
katılmaları ve İstanbul'daki Halaskâran fesadı neticesinde İttihat ve
Terakki'nin düşmesi ve ordunun Mahmut Şevket Paşa tarafından hazırlanan ve
hazırlatılan tertibat ve teşkilata halel gelmesi gibi ahvaldir ki bu felaketi
başımıza getiriyordu." H. Cahit
(**)Rumeli,
1877 - 78 Türk - Rus savaşından sonra, İstanbul'dan Avusturya - Macaristan
sınırında "Yeni Pazara" kadar uzanan, Edirne, Selanik, Manastır,
Kosova illerinden ibaretti.
***
"Babıali"
baskını 1912 yılının kanunusani 10'unda olmuştu. Kamil Paşa çekilmiş, yerine
Mahmut Şevket Paşa geçmişti.
Baskında
oraya biriken halk arasında meali uzun bir beyanname dağıtılmıştı. Baskında
vurulup ölenler şunlardır: Harbiye Nazırı Nazım Paşa, Sadaret Yaverlerinden
Nafiz Bey, Harbiye Nezareti Yaveri Tevfik efendi, ve İttihat ve Terakki
Cemiyeti'nden Mustafa Necip Bey.
***
Bu
baskına karşı Prens Sabahattin de Satvet Lütfü Bey aracılığıyla ittihatçıların
kabinesini bir hükümet darbesi ile devirmek için bir komplo tertibine girişmiş,
fakat İstanbul Muhafızı Cemal Paşa tarafından izlenen komplocular 1329 yıl
şubat ayı içinde yakalanmışlardır. Albay Cemal Bey şubatın 14'ünde Prens
Sabahattin'in Kuruçeşme'deki kıyıboyu köşkünde araştırma yaptırmış, ancak
ihtilal teşebbüsünün reisi durumunda olan Satvet Lütfü'yü aramada bulup
yakalayamamıştı.
"İttihat
ve Terakki, Balkan hezimeti faciasının kat'i bir mağlubiyeti kabul ile
neticeleneceğini görünce, yeis ve ıstırap içinde kalmış bir vatanperverlik
duygusunun galeyanına kapıldı. Son bir ümit ile bir hayat hamlesi göstermek
zorunda kaldı. Babıali baskının tertip etti." H. Cahit.
***
Mahmut
Şevket Paşanın katillerinin muhakeme ve mahkum edilmeleri üzerine Manastır'da
ittihatçı, sonradan İstanbul'da Hürriyet ve İtilaf Partisinin kurucularından
Albay Sadık, Rusya Çarına aşağıdaki telgrafı çekmişti.
Majeste,
Bugün
Türkiye'nin geçmişte eşi görülmemiş bir korku ve terör idaresi altında inlediği
şu saatte adalet ve insanlık duygularına başvurmak ve uygar Avrupa'nın
gerektiğinden fazla tahammül ve tecviz ettiği şu hal ve duruma bir son
verilmesinin sağlanması için majestelerinin nüfuzlarını kullanmalarını istirham
eylemek üzere müslüman, hırıstiyan bütün Osmanlıların bendelerine
katıldıklarına majestelerinin kanaat getirmiş olacaklarını ummaya cüret etmiş
oluyorum.
Sadık.
Bu
telgraf Türk ve müslümanlar üzerinde bir bomba tesiri yapmış, bunların ne mal
olduklarını görmeyen körlerin bile gözlerini açmağa hizmet etmişti.
***
Birinci
Dünya Harbi.
"Cemal
Paşa, kanal seferi tertip edilmeden önce, bir komutanlık ile İstanbul'dan harbe
gitmesi bahis konusu olduğu sıralarda onun Odesa'ya mı gitsem, Mısır'a mı, diye
ciddi surette düşündüğüne şahidim. Görülüyor ki Odesa'ya asker çıkararak orada
Ruslarla döğüşmeyi bile düşünmüşlerdi. Fakat sonradan bu tasavvurdan
vazgeçilmiş olacak ki, Yavuz'un geçtiği yoldan Mısır'a gitmeyi münasip
gördü." H.Cahid.
***
1916
Berlin'de,
Kürfürstendamm'da Kaiser Wilhelm
Gedächtnis Kirche'yi geçince solda Cafè Schiling patiserisi, onun karşısında
Engliche Cafè, onun az ilerisinde Ungarische Restaurant.
Kürfürstendamm
sonunda Halensee Köprüsü ve ondan önce solda Kutschere Bar. Bize Türk Milli
Marşı diye "Ersatz" olarak Leblebici Horhor'u çalar, akıllarınca
gönlümü almış olurlardı. Çünkü o tarihte milli marşımız yoktu. Milli marş
yerine çoğu defa İzmir Marşını ya da Cezayir Marşını çalarlardı.
Kürfürstendamm
3.5 kilometre uzun, 53 metre geniş. Bu cadde Kayser Wilhelm Gedächtnis
Kirche'den Halensee'ye kadar uzanır. Köprü ile Halensee'ye geçilir. Bu caddenin
en işlek yeri köşebaşındaki meşhur "Kranzler" kahve ve patiseri ile
Jockhaimstalerstrasse kavşağını teşkil eden meydandır.
Şimdi
Kürfürstendamm'da Cafè Kranzler, Bräuhaus Schultheiss'in Eckestrasse köşesi,
buluşma yeri olarak meşhurdur. Karın doyurmak için bir sürü sandviç bulunduğu
gibi, güzel yemek isteyenler için, biraz pahalı ama nefis yemek yenen Kempinski
Grill'i çok sevilen yerdir. Kempinski aynı zamanda Berlin'in lüks
otellerindendir.
Batı
Berlin'in nüfusu bugün 2.134.000 (882 kilometrekare), Doğu Berlin 403 kilo-kare
(1.083.000)
***
BİRİNCİ
DÜNYA HARBİ
Birinci
Dünya Harbi'nde resmi tebliğlerin hiçbiri orduların savaşlardaki can kaybının
sayısını vermedi. Ama 1915 yılının sonunda Britanya ordusu, mevcudunun üçte
birini, 273.000 er ve 12 bin subay, aynı tarihte Fransa 590 bin er ve 12 bin
subay, Alman ordusu 628 bin er ve 20 bin subay kaybetmişti.
Ondan
sonra 1916'daki büyük taarruzlar safhasında Verdun, Alman ordusuna 336 bin,
Fransa'ya 362 bin kişiye, Somme'daki büyük taarruzlar Britanya'ya 420 bin,
Fransa'ya 202 bin kişiye mal olmuştu. Batı cephesinde sade o yıl 2 milyon
muharip savaş dışı edilmişti.
Çanakkale
- Gelibolu savaşları da Britanyalılara çok pahalıya mal olmuş, bu savaşlardan
Britanyalılar 215 bin, Fransızlar (oraya gönderilen 79 bin kişiden) 27 bin kişi
kaybetmişlerdi.
Rusya
ordusu harbin ilk iki yılında ölü, yaralı ve esir olarak 3 milyon 800 bin kişi
kaybetmiş, ondan sonra bu ordu her üç ayda aşağı yukarı bir milyon ölü ve
yaralı ile 500 bin esir vermişti.
ALMANYA'DA
28
Ekim 1918'de Kiel'deki donanma erleri kızıl bayrak açtılar. Ben o tarihte
Köln'de bulunuyordum. Kiel'dekilerin Köln'e gelmekte olduklarını tramvayda
işittim. Bu isyancılardan bir grup Köln'e geldi. 8 November'de Köln'deki sosyalistler
eratla birlikte rejime karşı harekete geçtiler. Klingelpütz hapishanesinin
kapılarını açtılar, rastgeldikleri subayların apoletlerini kopardılar. Soygun
ve talanlar oldu. Kızıl sosyalistler şehirde anarşik bir durum yarattılar. Beni
de bir akşam sokakta çevirerek ayakkabılarımı, paltomu aldılar. Soğukta
yalınayak eve geldim. Öldürülmediğime şükrettim. O tarihte Ubiring'de Mainzer
Strasse'de oturuyordum. Türkiye'den para gelmiyordu. Akşamları lokantadaki aşçı
kadın mutfak penceresinden pişmiş patates veriyor, bununla karnımı
doyuruyordum. Gençtim, güçlü idim; yoksulluğun, darlığın sıkıntısına
dayanıyordum.
***
Birinci
Dünya Harbi bitmişti. Mütarekeden sonra Şerif Paşa (Eski Stockholm Elçisi) bir
Kürtlük davası peşine düşmüştü. Talat Paşa memleketin başına böyle bir gaile
daha açılmasına ve Kürtlerle Ermenilerin anlaşmasına meydan vermemek
düşüncesiyle Şerif Paşayı okşamayı münasip görmüştü. İşte böyle bir emelle
içindeki duyguları yenerek Şerif Paşaya yanaşmakta mahzur görmemiş ve onu
Kürtlük davasından vazgeçirerek Türk topluluğu lehinde çalışmağa razı etmişti.
Talat Paşa Berlin'den Paris'e geçip Şerif Paşa ile görüşmüştü.
***
Berlin
1942
Yabancı
basın çevresinde Türkiye'ye karşı bir harekete geçileceği kanısı ağızdan ağıza
dolaşıyor, bu kanı bana da ulaştırılıyordu. Kimi pek yakında, kimi her an böyle
bir harekete geçilmesi ihtimalini bana söylüyor, ben de sadece tebessümle
yetinip hiçbir şey söylemedikçe yabancılar ve özellikle bana bu ihtimalleri
yetiştirme ile görevlendirilmiş olanların, benim vurdumduymazlığıma akıl
erdiremedikleri yüzlerinden, gözlerinden okunuyordu.
Alman
propagandasının bu tür davranışı, benim gibi, karakteri hakkında hiçbir
fikirleri olmayan bir kişiye karşı pek ahmakça bir deneme oluyordu. Bir kez
Alman Genelkurmayı bu gibi "baskın" hareketlerini yürüyüşe geçinceye
kadar son derece gizli ve ancak Führer ve onun yakını olan birkaç kişi bilir,
hiç kimseye niyet ve kararlarını sezdirmez, sızdırmazlardı. İkinci Dünya
Savaşının başında ve ondan sonra bu tutum Hitler'in temelli ve değişmemiş bir
karakteri idi. Onun için benim üzerimde etki yapmak ve bu ihtimallerle ilgili
spekülasyonları kendi kanallarımızla Türkiye'ye eriştirmek ve istedikleri telaş
ve endişeyi yaratmak gayesinin gerçekleşmesine beni araç diye kullanma teşebbüsleri
daima akim kalmağa mahkum idi ve mahkum oldu.
Işte
bugünlerde bir sabah elçilikten bir telefonla acele kaydıyla Büyükelçi Hüsrev
Beyin benimle görüşmek istediğini ve beni bekledikleri bildirildi. Çarçabuk
derlenip toparlanarak elçiliğe geldim. Elçilikte, Büyükelçi Hüsrev Bey,
Ataşemiliter Kâmi Bey, müsteşar Nejat Kavur toplantı halinde idiler. Ben de
toplantıya katıldım. Hüsrev Bey doğrudan doğruya konuya girdi: Bugünlerde
AlmanlarınTürkiye üzerine yürüyecekleri hakkında söylentiler var. Sizin kanaatinizi
öğrenmek istedik. Yabancı basın çevrelerinde kesin bir bilgi, herhangi bir
harekete dair bir şey duyulmuş mu? Merkezden şu haber geldi: Bükreş
Büyükelçimiz inanılır kaynaklara dayandığı iddiasıyla, Almanların bugün ya da
yarın memleketimize karşı harekete geçeceklerini "muhakkak" kaydıyla
bildirmiş. Hükümetimiz bunun üzerine bizi uyararak, bu hususta edindiğimiz
bilgiyi derhal bildirmemizi istiyor. Siz bu hususta ne biliyor, ne
diyorsunuz?" dedi.
Beyefendi
dedim, ayağa, sokağa düşmüş türlü laflar dolaşıyor. Bunların hemen hepsi bana
eriştirilerek elçiliğimize intikal ettirilmek gayesiyle yapıldığına kanaatim
kesindir. Almanların bugünlerde bize karşı bir harekete geçecekleri değil, bu
dedikodular geçmeyeceklerine delalet etmektedir kanısındayım bendeniz, dedim.
O
günlerde Hitler Poltava'daydı. Hitler 1941 yılının Haziran ayından Kasıma kadar
beş ay süren taarruzlarda 162.314 ölü, 33 bin 314 esirle (disparu) büyük
kayıplara uğrayarak yüzkırk yıldan beri görülmemiş şiddetli bir kış, -40 derece
soğukla Moskova hezimetinden sonra, 1942 ilkbaharında yeni bir saldırı,
hezimetin verdiği büyük ziyan ve zararı unutturacak etkisi derin ve geniş
olacak bir harekete geçmeyi aklına koymuş, bu arada Türkiye üzerinden bir
"yıldırım" hareketiyle bir yandan Kafkasya üzerine yürüyüp Rusya'ya
Amerikan yardımını önlemek ve Kafkas petrollerine erişmek, öbür yandan
Suriye'den Süveyş ve Mısır'a sarkmak düşüncesi uzun müddet, hemen hemen bütün
kış kurcalamıştı. Bahar gelince eski Alman generallerinden Doğu ve özellikle
Türkiye uzmanı olan von Kress'in bilgisinden faydalanmak istemişti. Hitler,
Türkiye üzerinden bir "yıldırım" hareketinin ne ölçüde başarı
sağlayabileceğini von Kress'e sormuş, fakat kendisini tatmin edecek cevabı
alamamıştı. Von Kress, Türkiye üzerinden bir yıldırım savaşının yapılmasına
birçok nedenler yüzünden imkan olmadığını söylemiş ve demişti ki, "Önce
yıldırım savaşı için motorlu güce gereken yollar Türkiye'de yoktur. Arazi çok
arızalıdır. Demiryolu tek hattır. Ve en önemlisi Türk ordusu son derece çetin
bir savunma yapacaktır. Alman orduları bütün gücüyle yüklense, Yıldırım şöyle
dursun, altı ayda bile Türkiye'den zor geçer, belki de hiç geçemez."
Bunun
üzerine Poltava'da toplanan Alman güney grupları komutanlarıyla durumu görüşen
Hitler, 2 Mayıs 1942'de Kafkasya istikametinde harekete geçilmesi emrini verdi.
Bu toplantıda general Manstein ile Stalingrad'da muhasarada kaldığı sırada
mareşalliğe yükseltilen Paulus da vardı.
Bunun
üzerine 8 Mayıs 1942'de Kırım üzerinden harekete geçildi. Ancak, 1941 sonundan
beri Almanlar tarafından, Sivastopol hariç, işgal edilmiş olan Kırım'a Ruslar
kışın Kafkasya'dan denizin dar boğazını aşarak Kerç'e sızmışlar, oradan doğuya
ilerleyerek Sivastopol'u çevirmiş olan Alman ve Rumen ordusunu arkadan tehdit
etmeğe başlamıştır. Bunun üzerine von Manstein, Kerç'i köprübaşı yapmış olan
Rusları Kırım'dan çıkarmak maksadıyla taarruz planını hazırlamıştır. Ne var ki
meteorologie raporları havayı yağışsız diye bildirdikleri halde planlanan
hareketin arifesi olan gece birden bire gökyüzü delinmişçesine sağanak halinde
yağmur yağmaya başlamış ve bu yağış sabaha kadar sürdükten sonra, hareket
alanlarını bataklık haline sokmuştur.
Bu
beklenmedik durumu Manstein bize şöyle anlatmıştı: "Planlarımızı hava
raporuna bakarak hazırlamıştık. Yağmur gece yarısı bütün şiddetiyle yağmaya
başlayınca, bu talihsizlik karşısında hemen hemen ağlamaklı bir hale geldik. Bu
durum karşısında ağır silahları kullanmamağa, çamur deryası olan tarlaları
hareketimizde kullanmamağa, hafif silahlarla taarruza geçmeğe karar verdik.
Taarruzda ağır makinli tüfeğimiz, 12 santimlik havan toplarımız en ağır
silahlarımızdı. Bu tutumumuz karşısında ağır silahlarıyla hiçbir hareket
yapamayan Ruslar ağır toplarını, kamyon ve tanklarını bırakıp baskınımız
karşısında ağır kayıplar vererek Kerç'e kaçmağa, top ve ağır malzemelerini Kerç
kıyılarına yığıp kamyon ve otomobillerinin iç lastiklerini söküp şişirerek
bunları bellerine bağladıktan sonra denize açılıp kendilerini denizden toplayan
gemi ve kayıklarla Kafkas kıyılarına çıkmışlardır."
Biz,
Manstein'in idare ettiği bu taarruzun zaferle sonuçlanması üzerine Simferepol'a
uçakla gelmiş, oradan Parapolen (!) otomobille gelerek... Kerç'e giden yol üzerinde yüksek fırınlarıyla
ağır endüstri tesisleri vardı. Ruslar burada son savunmayı yapmışlar; Kerç'e
kadar geçtiğimiz yollarda Rusların hezimetine şahit olmuştuk.
Sivastopol
1941 Ekim sonundan beri muhasara altına alınmıştı. Ruslar Sivastopol'u 600 top
ve 1000 havan topuyla savunuyorlardı. Sivastopol'u çeviren arazi savunmaya çok
elverişli oluyordu. Ancak 1942 Haziranının ortalarına doğru cephane tükenmiş ve
2 Temmuz 1942'de Kale düşmüştü. Sivastopol 250 gün muhasaraya dayanabilmişti.
Sivastopol'un
düştüğü gün Promi (!) bizi Sivastopol'a getirdi. Sivastopol'da birkaç gün
kaldıktan sonra Bükreş'e döndük. Bükreş'ten uçakla Harkof'a hareket ettik.
Almanlar 28 Haziran'da Harkof üzerine yürümüş, bu harekette 280 bin esir
almıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder