13 Şubat 2018 Salı

Angela gitti, herhalde bir daha gelmez...

Çoktandır beklediğim şey oldu ve patron Angela'ya kapıyı gösterdi. Angela, gideceği başka bir yer olmadığı için, adeta mecburen bizim oraya gelen bir kadın, başka seçeneği olsa, kimsenin ağız kokusunu çekecek bir tip değil ama mecbur idi.
Onu burada işe başladığım 2006'dan beri tanıyorum. Hikayesini çok sonraları öğrendim. Kendisi konuşmayı çok seven tarih doktoru bir İtalyan; zaman zaman otururken laf açıldığında daldan dala atlayarak tarihin en azından benim hiç bilmediğim fasıllarına girer ve ilginç anekdotlar anlatır/dı diyeceğiz artık. Çünkü muhtemelen bir daha geri gelmeyecek. Kapıya doğru giderken yukarı baktı ve belki de oraya giderim dedi, ölümü kastederek.
Zengin bir kocası varmış. Sonra işleri bozulmaya başlamış. Karısının bu terslikte ne gibi bir sorumluluğu vardı hiç bilmiyorum, bir söyleyen çıkmadı. Ama adam kumardan mı nedense hemen her şeyini kaybetmiş, dengesi de bozulmuş. Bir seferinde Angela'ya saldırmış elinde çekiçle ve kafasını kırmış. Kafasında bu darbenin izi açık seçik duruyor. Olay bayağı şiddetli yaşanmış ki, Angela'nın eliyüzü de dağılmış. Gözünün birinin altını dikişle tutturmuşlar, darbelerin sonucu olarak gözleri iyi görmüyor. Çene kemiği de kırılmış; ağzını açamadığı için, aralık yerden kaşığı çatalı ne kadar sokabilirse o kadar yiyebiliyordu. Zaman zaman eğer doneyşınlar arasında varsa benden ince dilimlenmiş yumuşak ekmek isterdi, açamadığı çenesini göstererek. Ben de ona yarar ne varsa seçer verirdim.
Bu kadından önceki patron, çok eskilerden tanıdığı için Angela'yı, onun için ekranı siyah harfleri beyaz özel monitor aldırmıştı; canı sıkılmasın, sıkılırsa açsın internette gezinsin okusun yazsın diye. O arbedeli günde kocası herhalde intihar etmiş. Sonra uzun lafın kısası, HydePark denen yerde bir eve taşınmış küçük kızı ve engelli oğluyla, yaşayıp gidiyordu. En azından 12 yıl öncesinden bahsediyorum. O zaman çocukları 8-9 yaşındaysa bu gün 20'li yaşlardalar. Bakıma muhtaç oğluna kim bakıyor, nasıl bakılıyor bilmiyorum, hiç konuşmadık. Zaman zaman Arda'yı hatırlayıp iç geçirdiği sahneler oluyordu. Eski patron işi eski sekreterine  devrettikten bir hafta sonra yeni patronu tarafından kovulunca, büroda ondan kalan dengeler de bozuldu. Angela, eski  patronun  belki de üzerine titrediği dememin bir abartısı yok, eski  dostlarından biri olarak, onu hatırlatıyordu yenisine. Angela'ya sevgiyle, anlamaya çalışarak, çözüm bulmak amacıyla yaklaştığını hiç görmedim. Zaten tabiatı nedeniyle sorun çözecek bir tip değildir. Sadece etrafta adam arar işi yıkacağı; sonra da o işi nasıl güzel sonuçlandırdığını anlatmaya çalışır. Üniversite okumamış; aslında konmpleksli biri. Eski patron da Angela da yüksek tahsilli kişilerdi. Patronun bu kompleksi o kadar ileri ki aslında, benimle ilişkisinde bile beni ezmek için her türlü fırsatı kullanır. Bir seferinde benim görev tanımımı yazdı beni terbiye etmek için -ne kadar zavallı bir tip olduğunu o kadar açık etmişti ki, üzülmüştüm. Kendi patronunun beslemesi kızı bana karşı savunmak için beni ezmeyi seçmişti. Ben ne yapacağım yani? Bulmuşum bir iş, kovuluncaya kadar orada çalışmaktan başka çıkar yolum yok; bu paraya ihtiyacım var; ev geçindiriyoruz, borcumuz var vs. Bürodaki işin neredeyse tamamını ben yaptığım halde, yaptıklarımın hiçbirini görmez, sanki yokmuşum muamelesi yapar. En son 20 günlüğüne Türkiye'ye gittiğimizde her şey karmakarış olmuş ve her şey için beni beklemişler, randevuları bile benim dönüşüme göre ayarlamışlar: Hüseyin yok, iş yok! En son yaptığımız dergiyi değerlendirirken yine gösterdi bu zavallılığını: Bir yemek tarifi aşırıyor internetten, bir de kutu kutu takvim hazırlıyor, başka yapabildiği bir şey yok. Fakat bunu bile öyle söylüyor ki, sanki dergi bunlardan ibaret. Bu gün toplantı vardı, toplantı notunda, ben, onun ve Johannah'nın yaptığı dergiye yardım etmişim. Tamam Johannah hiç değilse yazıları yazıyor, okuyor, başlık atıyor filan; ama sen nereden bu işe sahip çıkıyorsun. Ve çarpıcı yanı şu ki, ben orada olmasam "dergiyi kimse yapamaz", bitti! Fakat ben "yardımcı olmuşum!.."
Her neyse, Angela'nın gidişini yazıyorum. Bu benimle ilgili satırların sebebi, onu kovan kadının nasıl bir insan olduğunu tasvir çabası.
Angela salıdan başlamak üzere haftanın 4 günü bizim oraya gelir ve mevsimine bağlı olarak, havanın kararmaya başlaması veya fırtına çıkıp çıkmadığına bakarak kalkar giderdi. Genellikle sessiz oturur, yanına bir İtalyan gelirse az biraz açılırdı. Son dönemlerde iyice yalnızlaşmıştı; sadece 10-15 günde bir gelen, kilise gönüllüsü 80'lerindeki Emilia ile dostluk ediyorlardı. Son dönemde dikkatimi çeken yanlarından biri, sürekli konuşmak için deli gibi çaba harcaması, herkesin sözüne atılması veya kesmesi idi. Zaman zaman bu yaptığının iyi bir şey olmadığını idrak ediyor gibi oluyor, bilinçli bir şekilde susuyor bekliyor ama çok fazla duramıyordu; hemen yeniden atılıyordu.
Angela sadece darbeli bir kadın değil her düzeyde yalnız bir insan izlenimi verdi bana. Türkiye'nin de hem bir Akdeniz ülkesi olmasından, hem eski Yunan kültürünün üzerinde bulunmasından filan bahisle kendisiyle beni ortaklaştırır, bahsettiği her şeyi benim de bildiğimi varsaydırarak devam ederdi. Doğrusu özellikle aile içi ilişkiler, çocuk terbiyesi, iyilik, kötülük, komşuluk ilişkileri, mutfak faaliyetleri gibi konularda anlattığı şeyleri hiç garipsemezdim; farklı olanlar domuz ve şarap idi, bir de peynir. Yoksa sebzeler, zeytinyağı ve zeytinyağlı mutfak vs çok ortak şeylerdi; o mutfaktan bahsederken babamı hatırlıdığım çok olmuştur. Babamın yaptığı yemekleri anlatıyor gibiydi.
Pazartesi günleri gelmiyordu. Bu gün giderayak öğrendim ki, pazartesi onun hastane günüymüş. Bir sorunu nedeniyle hastaneye gidip geliyordu, sonunda teşhisi koymuşlar, kan kanseri olduğu ortaya çıkmış. İlaç vermişler. Salıdan itibaren sabahları erkenden gelir, bazen benden de önce gelir kapının açılmasını beklerdi. Cuma günleri yolunun üstündeki pazara uğrar, birkaç parça bir şey alır, getirir, alıp götürürken laf olmasın diye bana ve herkese duyurarak haber verir, bizim buzdolaplarından birine koyardı.
Gülmek ve konuşmak için her fırsatı iştahla beklerdi. Son zamanlarda, doğrusu beklediği yoğunlukta karşılık vermediğimi, veremediğimi biliyorum. Söylediklerinin önemli bir kısmını anlayamazdım ama yine de teşvik edici bir dinleyici olarak gözlerinin içine bakar, başımı sallar, anlıyormuşum gibi görünürdüm. O da açıldıkça açılır, tiyatro oynar gibi sesini yükseltir, gözlerini belertir, o anı sahneliyormuş gibi olurdu.
Fakat gözlerinde hep bir acı vardı. Bu ta en başından beri mi böyleydi, yoksa kocasının saldırısından sonra mı oldu hep merak ettim ama hiç soramadım. Kendi hayatına dair hiçbir şeyi sormadım ona. Kendi anlattığı kadarıyla öğrendim. Mesela ABD'nin hemen her yerini gezmişler, para sıkıntıları yokmuş. Bizim bulunduğumuz bölgede 20 kadar daireleri, binaları filan varmış. Bu gün onu kovan kadın, Angela'yı ta o zengin zamanlarından tanırmış ve yakın olmak için yollar ararmış. Bu gün giderayak bana karşı kuyruk acısı vardır mealinde konuşurken bahsetti bundan. Biz zengindik bunlar muhtaçtı, demedi tabii ama tablo öyleymiş.
Peki nedir, ne oldu da bu kadın Angela'yı kovdu, gerçekten kovdu mu, nasıl oldu diye soracak olursan...
Bizim orada Eylülde başlayıp Haziran ortalarına kadar süren bir dil okulu da var. Bu okul, haftanın iki günü, gelenlerin oturup kahve içtiği televizyon seyrettiği büyük odayı kullanıyor. Öğretmenler, haklı olarak öğrencileriyle başbaşa kalmayı, başkalarının dikkatlerini dağıtmamasını istiyor. Benim orada bulunduğum yaklaşık 13 yıl boyunca, hemen bütün öğretmenler Angela'yı idare etti; orada oturmasına, hatta zaman zaman bir şekilde derse müdahale etmesine, kesintiye uğratmasına ses çıkarmadılar. Bunu eskiden muhtemelen eski patronun Angela'yı korumaya yönelik ilgisi nedeniyle yapıyorlar, patronla çatışmaktansa Angela'yı idare etmeyi seçiyorlardı. Patron değişince, Angela üzerindeki koruma kalkanı da kalktı. Buna karşılık bazı öğretmenler sabırla direndiler onu kırmamak için; bazıları, muhtemelen başka etkenler nedeniyle ama Angela da üzerlerine tuz biber olduğu için, ayrılmayı seçtiler.
Bu yıl Eylül ayında Güney Afrika'dan gelen yeni koordinatör, dersler başlar başlamaz Angela'ya takıldı: "Tamam otursun ama susmuyor, kimi zaman İtalyanca, kimi zaman İspanyolca konuşup öğrencilerin dikkatini dağıtıyor"du. Bu meseleyi birkaç kez bana da getirdi. Ben de Angela'yı odaya çağırdım, biraz sohbetle izah etmeye çalıştım ki, sınıf, öğretmenlerin egemenlik alanı ve kimseyle paylaşmak istemiyorlar. yaklaşık 2 saat, onu kırmadan ama hissettirerek, ders varken orada olmaması gerektiğini söyledim. Bu gün, yine öğretmen yokluğundan, çünkü esas öğretmen ayak bileğini incitmiş, o da evinde yalnız yatıyor iyileşmeye çalışıyor, annesi de bakımevinde ölümü bekliyor,  Angela'yı tamamen tolere ediyor ve adeta dersin bir parçası gibi değerlendiriyordu, büronun patron beslemesi asalağı kız derse girdi ve 3 dakika sonra geldi patrona Angela'yı şikayet etti. Dersi bitince, koordinatör de yukarı geldi, onunla da konuşmuş bu kız. Birlikte bir kumpas yaptılar: Öğrencileri bir araya getirip patrona karşı konuşturdular: Bu kadın bizim ilgimizi dağıtıyor, dersi dinleyemiyoruz! Yaklaşık yarım saat bu örgütlü şikayeti dinledi. Ben odada başka bir şeyle meşguldüm tam olarak ne dediğini duymadım ama Angela'nın anlattığı kadarıyla, ders günleri 1'e çeyrek kaladan önce bu odaya girmek yok, demiş. Aslında bu kadarında, savunulamayacak bir şey yok; haftada 2 gün, salı ve perşembe evinden 11'de çıkarsan vakitlice buralarda olursun, kalan zamanı da bildiğin gibi değerlendirirsin... Çarşamba ve cuma için bir sınır yok, o günler herkese olduğu gibi Angela'ya da açık. Ama bunu her nasıl söylediyse, Angela'yı çok kızdırmış: "17 yıl sonra duyduğum şeye bak, bana gelme dedi" diye bana aktardı.
Birazdan family meeting olacaktı, ben birşeyler yapıyordum, kapıdan hayal meyal görünüp bana eyvallah dedi ve belliydi ki benim ilgimi istiyor. Çıktım yanına gittim. Ağlamaklıydı. Yine önemlice bır kısmını anlamadığım bir konuşmayı dinledim. İkide bir too much diyordu. Onu fark ettim ki, ona birinin müdahalesinin anlaşılabilir bir yanı yoktu; ne cüret yani!
Konuştukça konuştu, bu arada beni iki kere toplantıya çağırdılar; bürodaki ötekilerin hiçbirinin umurunda değildi Angela'nın yalnızlığı, buranın onun hayatında ne kadar önemli bir yaşama alanı olduğu, onu kısıtlamanın soluk borusuna basmak gibi bir şey olduğu, belki de birkaç güne kadar intihar edip defteri düreceği... En son patron kapıya çıkıp beni yine çağırınca veda etmek zorunda kaldım. Saat ikiye geliyordu, ağlayarak çıktı gitti.
Boğalar yine çok sert bir süreçten geçiyorlar dedim içimden, yürüyemez hale geldiği için belinden ameliyat olan Ece geldi aklıma. Sonra mesela Mikela düşmüş, omzunu kırmış! Sonra, az kalsın bir kazaya kurban gidecek olan o arkadaşı hatırladım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder