22 Temmuz 2018 Pazar

Bir Türk ABD Vatandaşı olmuş

Dün bir ahbabımla karşılaştım, Amerikan vatandaşı olmuş. Bana enteresan geldi, biraz heyecanlı olmasını beklermişim gibi hissettim ama o gayet heyecansız, sanki ellerini yıkamak filan gibi çok normal bir şeymiş havasında konuşuyordu.
Kılavuz kitapta 100 tane soru olduğunu, bunların çoğunu zaten okul sıralarından bildiğini, yeni bir iki şeyi de bir iki kere okuyarak öğrendiğini söyledi. Bu sürecin hiçbir aşamasında zerre kadar heyecan duymadım, dedi. Oysa duyduğum başka hikayelerde, bu işin o kadar da kolay olmadığına dair bir izlenim edinmiştim.
Aslında, dedi, seni görüşmeye çağırıyorlarsa, otomatik olarak düşünüyorsun ki, seni vatandaş yapmaya uygun bulduk, diyorlar; sadece gidip kendini gösteriyorsun, çok salak mısın, ebleh misin falan.
Çağırdıkları tarihte, dün yani, gitmiş, sırası gelsin diye beklemiş. "Salon boşaldı ama beni kimse çağırmadı" diye anlattı. Gitmiş teee gerilerde bir yerdeki bir penceredeki görevliye sormuş, saatlerdir bekliyorum, niye beni kimse çağırmadı, demiş. Latino kızın çok kötü bir İngilizcesi vardı, dedi. Çağırırlar, bütün dosyalar dağıtıldı, demiş, kız. Bekle bekle yine kimse yok. En sonunda biri gelip sormuş, siz niye bekliyorsunuz, diye. O da anlatmış hikayesini, böyle böyle. Hay alah, demişler, siz elinizdeki mektubu bu kıza verecektiniz, vermemişsiniz, o yüzden kimse sizi çağırmamış.
Niye öyle yapmadın, dedim.
Ne bileyim, dedi, bir tek kişiyi görmedim gidip oraya bir şey verirken.
Bir de şu var, diye kndi haklılığını açıklamaya çalıştı: Bu bir bilgisayar işi; beni çağırmışsın, şu gün şu saatte şuraya gel, demişsin, gelmezsen hakkını kaybedersin, demişsin. O halde benim o gün o saatte orada olacağımı biliyorsun. E ortada herhangi bir işaret de yok, git kağıdını şu kıza ver, diyen!..
Güldüm, tabii. Demek Amerika'da da sistem bu kadar logic işlemiyor.
Neyse, bu belki de benim için bir şans oldu, dedi. En son orada kalmış olan memur, benim sorunumu da çözüp evine öyle gitmeyi seçti.
Odasına gitmişler. Bir koridor boyunca sonsuza doğru uzayan bir odalar silsilesi vardı, birine girdik, dedi. Daha kapıdan girer girmez, doğruyu ve sadece doğruyu söyleyeceğine dair sağ elini kaldırarak yemin ettirmiş memur. Ondan sonra ilk sorusu, Osmanlı imparatorluğu ne zaman yıkıldı, olmuş. Nokta bir tarihi yok ama 29 Ekim 1923'te cumhuriyet kurulunca, Osmanlı bitti, , dedim, dedi. Ona göre, memur bu cevaptan sonra kararını vermiş zaten. Sonra usulen şeyler yapılmış. Bir cümle söylemiş, bunu yaz, demiş. Freedom of speech is one of human rights, demiş. Sonra, ABD'de en yüksek hukuk kurumu nedir gibi bir şey sormuş. Cevap anayasa, dedi.
Ondan sonra, yok terörist misin, yok başka soyadın var mı, yok herhangi bir kraliyet ailesine tabi misin filan gibi, zaten cevabını ekranda gördüğü soruları sormuş.
Anlattıklarından onu anladım ki, memura verdiğin izlenim önemli. İyi bir kompozisyon sergilemişsen, kimse pürüz çıkartmıyor.
Ha, dedi, enteresan bir şey olarak, Amerikan devleti senden yardım isterse yardım eder misin, diye sordu, tabii ederim, demiş.
Sonra, tamam, demiş adam, bir mektup alacaksın, yemin töreni için çağırılacaksın.
Ne diyeyim, hayırlısı olsun, dedim. 

2025'e kadar Türkiye'nin burnu boktan kurtulmayacak!

Facebook'ta bir haber gördüm: Brezilya, Arjantin, Paraguay ve Uruguay'ın altına yayılan bir su yatağı varmış ve Nestle ile Coca Cola bu su havzasını özelleştirip devrelmak için çalışıyorlarmış. Devrede herhalde dünya bankası filan da var.
Hemen sonra bir başka görüntüyle sarsıldım: Okyanusların celladı kocaman bir köpekbalığı sanki damdan düşer gibi dibe doğru kayıp gidiyordu. En sonunda okyanus tabanına düştü, gördük ki birileri yüzgeçlerini kesmiş ve balık bitmiş!
Başka örneklerini de gördüm.
Bunlar nedir, nereye kadar gider böyle bir hayat, bundan sonra yeryüzünde hüküm sürecek elemanın bilegeldiğimiz insan olacağından emin olabilir miyiz, nasıl bir yüzyılda yaşıyoruz!

Bunu vesile ederek, çoktan beri zihnimde dönüp duran yıldızlar meselesine girmek istiyorum. Artık dünyada olup bitenleri izah etmekte kullanılabilecek makul bir araç yok. Tamam dünya nüfusunun çok artmış olması hayatı ucuzlattı ve hatta o kadar değersizleştirdi ki öldürdü bile diyebiliriz. Yanı sıra, bilim ve teknoloji, o düzeye geldi ki, artık insana ihtiyaç yok, aşamasına az kaldığı bile söylenebilir. Ve tabii, kölelik geliyor. Bunlar elbette, yeryüzünde hayatın kötüleşmesinin izahında kullanılabilecek malzemeler olabilir ama, her şeye rağmen şunca bin yıldır insanlığın getirdiği kültür, vicdan, iyilik, utanç filan gibi derin hisleri, bilinç durumunu bir anda silip atamayız; onlar varken de dünya vicrdan sahibi için böylesine tiksinti verici bir hale gelemez, getirilemez. Ama getirildi. Nasıl oldu, sorusunun cevabı olarak ben gökyüzüne ve yıldızlara bakıyorum; astrolojide bu bağlamda işe yarayacak bilim dışı çok şey var.

Son 7-8 yıldır, cevabı olmayan ve açıklayamadığım en önemli soru şu: Neden hiçbir şekilde rte'ye bir şey olmuyor ve hiçbir şekilde engellenemiyor? Neden her şey ona yol veriyor, neden hayatı keyfine göre biçimlendirmesine karşı bir şey yapılamıyor?

Ben hayatını okumadım, ama yaşama biçimi ve zihin dünyasından onu çıkartıyorum ki, birileri çocukluğundan itibaren buna işlemişler, bildiğinden şaşma, allah yardımcın olacak, hiçbir şey seni muradına ermenden alıkoyamayacak filan demişler. Bunu "derin hocalardan biri" söylemiş olmalı ki, zihninde yer etsin ve bütün dünyasını biçimlendirsin... Tekel'in işçi olarak dahi işe almadığı sefalet şartlarında yaşayan bir şahsın, normal şartlarda, üstelik engellenemez bir şekilde diktatörlüğe kadar varacak bir iktidara erişmesinin normal şartlarda anlaşılabilir bir yanı yok. Bu zata esasen devlet tapu dairesinde odacı diye bile iş vermez ve fakat 15 yıldır Türkiye'ye hükmediyor ve ayrıca Türk olmadığı gibi, Türk figürünü de eline geçen her fırsatta eziyor. Ve 80 milyonluk ülkede tık yok! Ne askerinde, ne sivilinde, ne üniversitesinde, ne iş adamında, ne işçisinde...

İşin daha da garibi, onun dışındaki her şeyin neredeyse her noktada bu zatın lehine işlemesi. En son askerin Suriye'nin Afrin kasabasına girip oraları tutmasında bile "kaderin bu yardımını" gördük. ABD'nin eli kolu bağlı, zavallı bir pozisyonda kem küm ediyorlar; ABD savunma bakanına, Türk askeri saldırırsa ne yapacaksınız, gibi bir soru sorulabiliyor ve o da görüşmelerimiz sürüyor diye cevap veriyor. ABD'nin bu kadar sefil bir tablo çizdiği bir dönemi hatırlamıyorum; ABD her daim Türkiye'nin başına bela olmuş bir "müttefik"tir ve Türkiye'yi oltadaki balık olarak görmüş ve değerlendirmiştir. Fakat Atatürk Türkiyesi'nin, modern cumhuriyetin her gün bir duvarının yıkıldığı bu zatın iktidarında, ABD, tarihinin en aciz dönemini yaşıyor. Yıkılmış Türkiye'nin, ABD'nin daha lehine olacağına elbette kuşku yok, neden yıkılmasını önlemeye çalışsın ki! Bu da doğru. Ama neden bu süreç bu zatın kar hanesine, başarı hanesine yazılıyor!..

Bunun, zamanında bu çocuğun falına bakan hocanın yıldızname bilgisiyle ilgili olduğuna kanaat getirdim. Bu zat balık. Öyle bir günde doğmuş ki, Neptün'ün nesi var nesi yok arkasına almış. Yani Türkiye dostu birinin bu ölçüde kayıtsız şartsız desteklendiği bir uygar kişiyi düşünüyorum da, atılacak adımlarla Türkiye Japonya'yı yakalardı.

Tarihte bugün Türkiye'nin ve çevresindeki ülkelerin yaşadığı karmaşaya benzer dönemler olmuş. Bunu Neptün'ün "ayırıcı, bölücü, uzaklaştırıcı" etkisiyle açıklıyorlar.

https://www.keen.com/CommunityServer/UserBlogPosts/Astrology_readings_Leslie_Hale/Dissolving-realities-and-changing-times-again--Saturn-square-Neptune--November-2015-2016/727699.aspx
Neptune-rules dreams, illusions and delusions, drugs and alcohol , addictions, theater and TV, personal delusions, creativity, religion, inspiration, the sea and water, fantasies and things magical and enchanting. Also lies, deception, confusion, sometimes mental issues, psychics, mediums and artists or artistic expression. In Pisces, it is at home and very powerful.

Neptune in Pisces 2012 thru 2025

December 28, 2013 | By  Reply
neptune in piscesSpirituality, economics, literature, music, utopian visions and endings. Who knew Neptune could be such a powerful influence in so many areas?
Neptune entered Pisces in early 2012. It remains in Pisces–the sign that it co-rules with Jupiter–through 2025. To get a sense of what this might mean for us, let’s consider what happened the last time Neptune transited Pisces, 1848-1861.

Spirituality

Several significant spiritual events occurred during Neptune’s prior visit to Pisces in the mid-1800s. Spiritualism, with its emphasis on communication with the dead, became wildly popular in the United States. The Blessed Virgin Mary appeared to Bernadette Soubirous at Lourdes, France. And spiritual maverick Rudolf Steiner, founder of the Anthroposophical Society, was born.
Neptune’s current transit of Pisces is one of the most important astrological factors accelerating spiritual awakening around the world. With a new Golden Age now blossoming, this period is already witnessing vast numbers of people awakening to their true spiritual nature. (As of 12/28/13, according to Oneness University, over 1.6 million people have awakened, and nearly nearly 800 million are experiencing awakened states.)
Those who are conscious of their true divine essence will function not as human beings having a spiritual experience, but as spiritual beings having a human experience. Having achieved this state, they will help uplift those around them as they naturally radiate unconditional love and compassion. Society will naturally evolve to reflect this growing unity and interdependence, since inner change always precedes outer transformation.
If spiritual awakening is on your wish list, use whatever metaphysical approach gets you there! All legitimate spiritual paths are getting juiced up as the veils between the worlds grow ever thinner. (These simple, powerful invocations have helped hundreds of people awaken more fully to their spiritual nature.)

Economics

Economic headlines of the mid-1800s trumpeted the Gold Rush. A financial crisis spread throughout Europe, caused by speculation in US railroad shares. And the first oil well was drilled at Titusville, PA.
A financial crisis in Europe: sound familiar? And in regard to oil, it makes a handy bookend that we are now seriously seeking alternatives to this toxic fuel during the first Neptune-in-Pisces era after it was first commercialized.

Literature

Many of the great masterworks of Western literature were written during Neptune’s last transit of Pisces. Charles Dickens published David CopperfieldBleak HouseA Tale of Two Cities and Great Expectations. Whitman’s Leaves of Grass and Flaubert’s Madame Bovary came off the presses.
Hawthorne’s The Scarlet Letter, Melville’s Moby-Dick, Stowe’s Uncle Tom’s Cabin, and Thoreau’s Walden all hit bookstores for the first time. In addition, notable literary births included Bernard Shaw, Oscar Wilde and Anton Chekhov.

Music

Opera dominated the musical achievements of this era. Wagner premiered Lohengrinand completed the text of the epic Ring Cycle. Verdi completed Rigoletto and La Traviata, and Gounoud finished Faust. And the groundwork for future musical masterworks was laid by the births of Puccini and Mahler.
Neptune and Pisces rule divinely inspired creativity. So don’t be surprised if the years 2012 thru 2025 are unusually fertile ones for writing, music, movies, and all other forms of creative expression!

Utopian Visions

Neptunian idealism was at the heart of Marx & Engels’ Communist Manifesto, published during the mid-1800s. The world was not yet ready to actualize such utopian ideals in their purest form. But we have powerful astrological support to create a more fair and egalitarian society during this Neptune in Pisces period.

Endings

Neptune, like Uranus and Pluto, is often associated with the dissolution of old structures that have outlived their usefulness. While this can bring a sense of loss, clinging to outmoded structures only creates suffering. The caterpillar must become a butterfly, no matter how fervently the powers-that-be try to keep it cocooned!

Challenges and Opportunities

Some people may experience some of Neptune’s more challenging manifestations. Addiction to drugs or alcohol, or escapist behavior that interferes with worldly responsibility, will tempt some. Disillusionment, loss of vitality, and becoming a victim or martyr are other negative possibilities.
But Neptune will have less energy available to cause you trouble if you keep it busy on the high side. Consciously choosing Neptune’s more life-affirming possibilities can keep it functioning as your ally.
Strive to be guided by your inner wisdom, and allow your creative inspirations to flower in the physical world. These kinds of actions will help keep Neptune and Pisces as positive forces in your life!
Originally published in the 1/30/12 newsletter as “The Astrology of 2012, Part 4: Neptune Enters Pisces.” Revised 12/28/13. Some of this article’s ideas originated with astrologer Eric Meyers, and are drawn with his permission from our joint “Big Change Now” presentations.

Siktir git geldiğin yere diyende zerrece kusur yok!

Facebook'ta şöyle bir yazı karşıma çıktı. Çoktan beri zihnimde dönüp duran şeyleri ifadeye aracı olduğu için, kendimi şanslı bile saymalıyım.

Ben şurada duruyorum:

İnsanlar keyifleri öyle istediği için göç etmezler. Göç etmek, kalmaktan daha kolay olduğu için göç ederler. Daha kolayı seçen insan, esasen ucuz insandır. Çünkü hem uyanık, hem de ataktır. Biryerleri kollamış, uygun anı ve yeri yakalamış ve hücum etmiştir. Ve esasen zanneder ki hayat hep bu kolaylık çizgisini çekmeye devam edecektir.

Oysa gün gibi bellidir ki, gittiğin yer senin yerin değildir; ne dilini bilirsin, ne kültürünü, ne hayatını, ne adetini; ne yediğini yersin ne içtiğini içersin! E peki niye geldin buraya! Çünkü benim, yediğimi, içtiğim, söylediğim ortak insanlarla anlaşamadım da, ondan!

Ne yaptın peki!

Mücadele etmek ve bu yolda hayatını feda etmek yerine kaçmayı seçmişsen, kimsenin seni bir kahraman diye kabul edip bağrına basmasını beklemeyeceksin!

Biraz utanacaksın!

Eğer kolay hayata kaçmak yerine oturup mücadele etseydin, oraya sadece sen değil, milyonlarca öteki de gelmeyecekti!

Şimdi sana siktir git diyorlarsa, ağlama!

Siktir git geldiğin yere! 

Sevgili Annette, ben Türkiye’ye giderim de, siz nereye gideceksiniz?

Şubat 20th, 2018 | by Sadi Tekelioğlu
Sevgili Annette, ben Türkiye’ye giderim de, siz nereye gideceksiniz?
YAZARLAR
0
Sadi Tekelioğlu
Yıllar önce bir gece, çalıştığım işyerinin yakınında Türklere ait bir büfenin camlarına ırkçı sloganlar yazılmış, büfenin cephesi tahrip edilmişti. Sabah çalıştığımız işyerinin kapısından içeri girince, işe gelirken aynı ırkçı tahribatı gören Danimarkalı iş arkadaşlarımdan biri, “Böyle olayları görünce korkmuyor musun? Bir yabancı olarak bu ülkedeki geleceğinden endişelenmiyor musun, ülkene geri dönmek zorunda kalacağını düşünüyor musun?” diye sormuştu.
Aslında o meslektaşım empati duygusu nedeniyle bu soruyu sormuş, benim için endişelendiğini dile getirmek istemişti. Kendisine teşekkür ettim ve şu cevabı verdim, “Bak Annette, yabancı düşmanları, beni bu ülkeden gitmeye zorlayacak kadar işi azıtırlarsa aslında benim için değil, senin için endişelenmek gerekiyor. Çünkü benim anavatanım var. Buralar artık bana göre değil, çocuklarımın hayatı tehlikede, diye düşünmeye başlarsam alırım ailemi, çocuklarımı, Türkiye’ye giderim. Ama senin gideceğin yer yok. Gün olur da sıra bana gelirse, aklından hiç çıkarma ki, sıra sana da gelecektir.”
Şimdi bu anıyı neden hatırladığıma gelelim:
Danimarka hükümeti, Sosyal Demokrat Parti’nin de destek verdiği yeni yabancılar yasası kuralarını kamuoyuna açıkladı. Yeni kurallara göre “Getto” olarak adlandırılan konut bloklarında oturan kişiler aile birleşimi hakkından yararlanmak için başvuruda bulunamayacaklar. (Bu, Nazi Almanya’sında Yahudilerin pazularına takmak zorunda kaldıkları Sarı Davut yıldızının bugünkü tekabülüdür.)
9 Şubat 2017 günü Danimarka Parlamentosu kimlerin Danimarkalı olarak adlandırılabileceğini karara bağladı. Evet, yanlış okumadınız Danimarka Parlamentosu Genel Kurulu’nda 55 evet, 54 hayır oyuyla, dede ve nineleri Danimarkalı olmayan kişilerin Danimarkalı sayılamayacakları kayıt altına alındı.
Bu ne demektir biliyor musunuz, yakın bir gelecekte bu ülke sınırları içinde genel olarak veya bazı bölgelerde ikamet edebilmek için kan bağı şartı aranacak, belli bölgelerde oturmanız ya da oturmamanız istenecek. (Varşova Yahudi Getto’sunu hatırlayan var mı?) Nazi Almanya’sını hatırlatıyor değil mi?
Daha dün Almanya’da ırkçı AFD partisinden bir siyasetçi Alman halkına çağrıda bulunarak Türk işyerlerinden alışveriş yapmamalarını istedi. (Kristal gece)
Belki politik doğruculuğa karşı gelecek bu yazdıklarım. Belki de beni paranoyak olmakla, abartmakla, korku pompalamakla suçlayacaksınız. Ama Nazi Almanya’sı döneminde bu tür korkuları dile getirmeyip çevresini uyarmayan çok insan vardı.
Ne yapılabilir peki?
Bu da bir sonraki yazımızın konusu olacak.

5 Mayıs 2018 Cumartesi

Muharrem İnce'nin şansı var...

CHP, başkan adayı olarak Muharrem İnce’yi gösterdi.
Doğum tarihi 4 Mayıs 1964.
Baştan beri ilgimi çeken, kimsenin şans vermediği ama Alabama’dan Senator seçilen Demokrat Doug Jones’a baktım: 4 Mayıs 1954.
Muharrem İnce ve Türkiye adına heyecanlandım ama sorun şu ki, Çin astrolojsine göre Doug Jones At ve rte de aynı yıl doğmuş.

17 Nisan 2018 Salı

Pazartesi ve Salı günleri bundan böyle boş...

Enteresan bir şey oldu. Olanı aslında facebook sayfamda dostlarla paylaşmak isterdim ama yanlış anlamalara yol açacağı ve başıma dert alacağım endişesiyle buraya yazmak durumundayım. 

Çalıştığım yere haftada iki kere bedava yiyecekler geliyor, bağış adı altında. Bir kız, bir Ford'a yüklüyor o günün bağışlarını, elindeki adres listesine göre dağıtıyor. Adı Lisa olan bu kızla, daha ilk karşılaştığımız andan itibaren bir elektriklenme oldu. Çok cana yakın, doğal ve kibar, anlayışlı ve çok sempatik, hep ölçülü davranan bir kız. Fizik yapı olarak şişman şekilsiz bir vücudu var, yüzü de öyle resim güzellerine benzemiyor. Fakat çok içten, gözlerinin içi gülen ve en azından benimle etkileşiminde hiç sahtesini görmediğim bir sempatisi var. Benim kırık dökük İngilizcemi hep söylediğim şekilde anlıyor ve gayet kısa ve net, benim anlayacağım şekilde sıcak, saygılı, sempatik karşılıklar veriyordu. Adeta, birbirimizi görüp şenlenmek için haftanın iki gününü, pazartesi ve salıyı bekliyorduk. Gün ne kadar berbat olursa olsun, Lisa ile karşılaşıp bir iki cümle de olsa konuşmak, onu görmek bana iyi geliyordu.

Bu gün yine gözleri parlayarak selamladı beni. Arkadaş, onun manevra yaptığını söyledi, ben de kapıya çıktım, o da gelmiş kapıda durmuşmuş. Rutin mallarımızı seçip yükledikten sonra, bana, bazı gelişmeler olduğunu, benimle konuşmak istediğini söyledi. Ayrılıyor musun yoksa, dedim. Evet, dedi. Yeni bir iş mi buldun, dedim, evet, dedi. Fakat sevinçten uçuyor olmaktan çok, bu allahın belası fırsat da nerden çıktı, der gibi, mahzun ve sevinçsizdi. 

Seçtiklerimizi içeri taşırken, patrona da veda etmek isteyeceğini düşünüyor, ona göre yükleri indirip kaldırıyordum. Bir ara baktım, elinde küçük bir kart, mutfağın kapısının önünde beni bekliyor. Hemen hamle edip karta uzandım. Herhalde o ara bana teşekkür etti, her şey için. Fazla vakit kaybettirdim diye telaşla onu kapıya yönlendirirken, başka biriyle, patronla da vedalaşmak istersin belki, dedim. Yok öyle bir ihtiyacım makamında karşılık verdi. Ve birden gözleri sulandı, yüzü karıştı, ağlamaya başladı. O kadar içten, o kadar çocuk gibi ağlıyordu ve sanki birazdan çok sevdiği evini terk etmek zorundaymış, bunu zorla yaptırıyorlarmış gibi bir his veriyordu.

Artık beni göremeyeceğinin üzüntüsü idi bu. Uzun bir aradan sonra ilk kez bir arkadaşım benden ayrıldığı için üzülüyor, ağlıyordu. Müthiş şaşırdım, beni bu ölçüde sevdiğini hiç düşünmemiştim. Çocukça bir saflıkla birbiriyle oynayan iki temiz insandık benim için, o kadar. Fakat ona göre, bu işten ayrılırken beni de kaybediyordu. Artık böyle haftanın iki günü çok sevgili ikimizi bir araya getiremeyecektik. Durdu durdu, ağladı o beş dakika içinde. Bana kendimi çok değerliymişim gibi hissettirdi. Bana böyle izlenim veren bir insani ilişkimi hatırlamıyorum. 

İki defa kucaklaştık. 

Direksiyona geçip oturdu, el salladım. Hala gözlerinden yaş geliyordu. İçeri girdim. Aklıma İngilizce her güzel şeyin bir sonu vardır sözü geldi, tekrar çıktım, arabanın camını tıklattım ve söyledim. El salladık birbirimize, o giderken ben yeniden içeri girdim. 

Doğruca, bana verdiği kartı okumak üzere odama gittim ve açtım. 

Kartın fotoğrafını aşağıya koydum.

Ben ona tam olarak ne anlam ifade ettim bilemiyorum. Belki bir mentor gibi gördü beni, karşılaştığında iyi iz bırakan, ayrılırken kendini mutlu hissettiğin bir akil adam. Veya artık hemen hemen hiç rastlanmayan türden bir iyi adam. Belki bir baba figürü. Herzamanlık, ölmez bir dost belki.  Bilemiyorum. O, kartta ilham kaynağı olarak tanımlamış -ki facebook paylaşımlarında tam da yapmak istediğim bu, Lisa bunu kapmış, o bakımdan ayrıca sevindim. 

Fakat her şeyin sonunda, kesin olan bir şey var ki, artık pazartesi ve salı günleri Lisa gelip beni genellikle karanlık olan ruhumdan çıkarmayacak. Ve bir süre sonra, ne kadar keep in touch desek de unutup gidecek.





1 Nisan 2018 Pazar

Bir şey akrebi balığa bağladı, Türkiye'nin kadersizliği bu!

2000'li yılların başıydı.
Yakınımda bir akrep vardı ve uzun yıllar sürmüş yalnızlığını bir evlilikle aşmak istiyordu.
Kendinden yaşlıca, nur yüzlü görünen bir koca adayı çıkmış.
Biz de görüştük, yanlış bir şey görmedik ve teşvik ettik.

Bu dönem akrep Türkiye'nin balık rte ile yeni yeni flört dönemiydi.

Birkaç ay sonra öğrendik ki, bizimkinin koca adayı da balık imiş.

Havada o dönem demek ki akrepleri balığa bağlayan bir elektrik var idi.

Bu şahısların arasındaki ilişki bazen çok gergin, gerilimli oluyor; onların ilişkisi bana Türkiye'deki iktidarın sürekliliği bağlamında bir işaret gibi geliyor.

Bu akrep ve balık ikilisi benim gönül ve zihin dünyamdan uzaklaştı. İşin garip yanı şu ki, Türkiye de; artık memleket derdiyle uykusuz kalmıyorum -belki memlekette nihayet uyanmış olan geniş muhalefet atmosferi beni bu tasadan özgürleştirdi!

22 Mart 2018 Perşembe

ABD yönetiminde dejenerasyonu durdurma formülü: 50 Vali

Büroya stajyer olarak musevi bir çocuk geldi, 3-4 ay oluyor. Geldiği andan itibaren bir izzet bir ikbal, o kadar olur. Patronun bir önünde diz çöküp ayağının altını öpmediği kaldı. Bir jimnastik sınıfı örgütlediler; katılanlara "Filancanın jimnastik dersine katılmıştır" şeklinde diploma verdik!
Her neyse.
Çocuk kendi adına fena bir tip değil, olgun, saygılı, ilgili, biraz genç ama aklı başında biri; iş buldukça, iş düştükçe, iş verildikçe, en iyisini yapmaya çalışıyor. Fakat çevresindekiler o kadar yalaka ki, sürekli "ey sahip" şeklinde yaklaşıyorlar -ben hariç tabii.

Dün bir şey olmuş.
Onun çalışmalarını takip eden süpervizörü, her nereden çıkardıysa Adam'ın bizim büroda canının sıkıldığına hükmetmiş ve ona daha eğlenceli bir yer bulma telaşına düşmüş ve gitmiş patronuyla konuşmuş. Patronu, Başkan Yardımcısı!..

Vay, demek Adam'ın canı sıkılıyor ve bizim o şubenin reisi bu meseleye çözüm bulmuyor diye gürlemiş. Yarın bizim ofise, çocuğun ayağına gelecek ve Adam'ın mutluluk durumunu ölçtükten sonra belki patrona fırça geçecek.

Çocuğun cazibesi nereden geliyor bilmiyorum, fakat arkası çok kuvvetli belli ki; neredeyse bütün şirket titriyor onun çalışması bağlamında.

Bu gün benim yanıma geldi, biraz anlattı da oradan haberdar oldum. Benim öyle bir beklentim yok, dedi; süpervizör nereden çıkardı bu tatsızlığı ben de anlamadım, diye biraz ahlandı.

Benim sohbetimden hoşlandığını bir kere daha gördüm; neredeyse 2 saat karşımda oturdu, beni dinledi, zaman zaman fikrini söyledi.

O arada, demokrasiye inanmadığımı, en iyisinin "demokratik oligarşi" olduğunu söyledim.

ABD için de, Trump gibi büyük risklere karşı, 50 Vali formülünü önerdim. 50 valinin bir miktarı, hepsini toplantıya çağırabilir ve bu heyet belli bir çoğunlukla karar verip başkanı görevden alabilir. Böylece başkan denilen şahıs meclis çoğunluğuna dayanarak bütün sistemi dejenere etmeye kalkışamaz.

Bakalım yarın ne olacak...

*-*

"Yarın" pek bir şey olmadı. Başkan Yardımcısı gelmedi. Bizim direktörün mahçup bir eda bu çocuğu görüşmeye çağırdığını gördüm.