15 Mart 2012 Perşembe

Koşar adım giderken...


Sivas’ta Madımak Oteli’nde 37 kişinin yakılarak öldürülmesi sürecinde devlet adına görev yapanlardan (*) emekli tuğgeneral Ahmet Yücetürk’ün Zaman gazetesinde yayınlandığı belirtilen cümlelerini başka bir yerde okudum. “Her türlü soruşturmayı geçirdim, tertemiz çıktım” mealinde bir şey söylüyor ve “Vali” Ahmet Karabilgin’i suçluyor, “Sivas’a gönderilebilecek en kötü seçim” gibi bir ifadeyle. Valinin çok “cahil” olduğunu, yetkilerini bile bilmediğini, mealen, inisiyatifi alamadığını söylüyor.
“Tıkılıp kaldıkları otelde insanlar yakılırken”, kendisi, acemi askerlerin yemin törenindeymiş.
Zavallı valiyi adamdan saymıyorum, belli ki birinin adamıymış ve kuş misali oraya kondurulmuş; bu elbette onun  masumiyetini göstermez; savcı olsam, onun hakkında, birinci dereceden sorumlu olarak en ağır cezayı isterdim; var idiyse, idam dahil. Arkasından Emniyet müdürü ve şu noktada vesaire diye geçilebilecek, “devlet”in ne olduğunu bilmekten aciz bütün sorumluların en ağır şekilde cezalandırılmalarını isterdim.
37 kişinin yakılması eyleminin ne demek olduğunu idrak edemeyen mahlukatın, yöre halkının huzur ve sükununu sağlayabilecek ehliyette olduğuna kanaat getiremem…

Fakat hala sadede gelemedim:
Vukuatlı general belli ki ilk virajda kapıya konmuş, emekliye sevk edilmiş.

Buna karşılık, acemi askerin yemin töreninde çakılı kalacağına, kurmay heyetine, “siz devam edin” deyip, yanına havaya ateş açacak silahlı iki üsteğmen alarak olay mahalline gitse ve meydana gelecek olayları, bugün sadece çok ilgili birkaç kişinin hatırlayabileceği kadar küçültse, bastırsa, ölümleri önlese, onu tarihe bir kahraman olarak geçirir ve işte sorumluluğunu bilen inisiyatif sahibi bir insan diye yolunu sonuna kadar açar mıydık? Yoksa, bu sefer de, askerinin yemin törenini terk etmiş bir general olarak değerlendirir –veya başka bir açıdan olaya yaklaşıp, bu kadar inisiyatif sahibi bir askerin tehlikeli olabileceğini varsayarak- “görev yerini terk etmek” suçuyla yine adamı kapıya mı koyarlardı...

Bu notu bir bütün olarak “fazla naif, hatta aptalca” bulacaklar olabilir; fakat üzerinden şunca yıl geçtikten sonra, bugünkü dersimiz nedir sorusuna verilecek bir yanıt da lazımdır.

Artık rahatça söyleyebiliriz: Yarıdan fazlası zorla yobazlaştırılmış bir toplumda, yarın –herhangi bir gün-  yeni bir cehennemde göreve gitmek mecburiyeti hasıl olduğunda, “atanmışları” görevlerini hakkıyla yapmak zorunda bırakacak olan “motiv” ne olacaktır?

Gelişmemesi için her adımda engel konan “insaniyet / insanlık duygusu” mu; yoksa ne?

Ben vatandaş olarak, yarın başka bir cehennemde kalırsam “devletin nesini” hiçbir zaman kırılmaz bir teminat olarak göreceğim?

(*) Cani’nin, bizatihi devlet olmadığını varsayıyoruz; “cani” devletin kendisidir, diyenler de var; o takdirde yeni bir derse başlamak lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder